Düşman yoldaşlar: Kostümsüz İmparator Stalin, Silahsız Peygamber Troçki’ye Karşı

BU_ta4RCMAAGfHj yazısı: Dünya siyaset tarihinin en amansız rakipleriydi onlar. Troçki’yi siyasi, ideolojik ve moral açıdan çökertmek de yetmeyecekti Stalin’e. Tek ortak yönleri vardı: Ego. 

image

Atlas Tarih, Şubat-Mart 2013

“Merkez Komite’nin istikrarından kastım, bir bölünmeye karşı alınabilecek tüm önlemlerin alınmasıdır. Partimiz iki sınıfa dayanmaktadır. Bu sınıflar arasında mutakabat sağlanamazsa istikrarsızlık ve çöküş kaçınılmazdır. O yüzden Stalin ve Troçki başat konumdadır.”

Lenin, ölümünden iki yıl önce, 1922’de böyle diyordu. Ağırlaşan hastalığının da etkisiyle Komünist Parti’nin, dolayısıyla Sovyetler Birliği’nin kendisinden sonra kimlerce ve nasıl yönetilmesi gerektiğine giderek daha fazla kafa yormaya başlamıştı. Beyhude bir çaba değildi bu, ama nafileydi…

Tek ortak yönleri: Ego

Rus tarihçi Dimitri Volgokonof, ‘Trotsky, The Eternal Revolutinary’ adlı kitabında, Stalin’le Troçki’nin tek ortak yönünün bulunduğunu yazar: Ego. Bir de şu eklenebilir belki: Gençliklerinde de ikisi de şairliğe soyunmuş ve kötü şiirler yazmışlardır!

Stalin’le Troçki’nin çekişmesi, daha Lenin hayattayken başladı. Mücadeleye ve partiye sonradan katılmasına rağmen Troçki, Lenin’in ‘prens’lerindendi. Entelektüel derinliğini eylem adamlığıyla harmanlayabilen biriydi. Hep ön plandaydı ama resmi titr, siyasi konum pek umurunda değildi. Ya da öyle görünüyordu. Fikri bağımsızlığına fazlasıyla düşkündü. Yeri geldiğinde parti önde gelenlerini kıyasıya eleştirmekten çekinmiyordu. O derece ki Lenin’i, ‘demagoji yapmak’la, ‘zihin açıklığından yoksunluk’la eleştiriyor, ‘umutsuz vaka’ bir filozof olarak niteliyordu. Bir muhalifti aslında ve fikirlerini kendine saklamak gibi bir huyu da yoktu.

Buna karşılık Stalin doğuştan Bolşevik’ti. Lidere, parti idelojisine ve devrim ülküsüne mutlak bağlıydı. Ancak mütevazı görünümü ve silik kişiliğinin arkasında güce ve başarıya doyurulmaz açlık duyan bir liderdi. Volgokonof’un ifadesiyle, ‘Köstümsüz İmparator’du Stalin. Fikriyat pek cezbetmiyordu onu.

İlk karşılaşma

İkili ilk kez 1907’te Londra’da düzenlenen Beşinci Parti Kongresi’nde karşılaştı. Sonraki yıllarda Troçki, ‘İvanoviç’ namlı bu kaba saba Gürcü’nün o kongrede pek gözünü çarpmadığını söyleyecekti. Stalin üç hafta süren kongre boyunca tek laf etmemiştir. Troçki ise hakimiyeti, girişkenliği ve hitabet kabiliyetiyle daha o zamanlardan göz dolduruyordu.

Stalin, devrime hazırlıkla geçen yıllar boyunca vakit ve enerjisini Moskova’da Komunist Parti içinde yerini sağlamlaştırmaya, dost edinmeye harcadı. Sessiz ve derinden ilerliyordu. Troçki ise hem Menşevik’ti hem de çoğu zaman yurtdışında, entelektüel ve siyasi faaliyetlerle meşguldü. Parti bürokrasisinden de hiç ama hiç hazzetmiyordu.

Stalin konumunu sağlamlaştıradursun Troçki ancak 1917’de Menşevik kıyafetini çıkarıp Bolşevik kalpağını giydi. Parti koridorlarına o kadar uzaktı ki Stalin’i hala birebir tanımıyordu. Kendisi ise başlıbaşına bir ‘şöhret’ti ve hep Lenin’in yanındaydı. Çok geçmeden adı ‘İkinci Adam’a çıkmıştı bile. Yıllar sonra Stalin, Troçki için: “Ekim ayaklanmasında hiçbir rol oynamamıştır” diyecek, Troçki ise Stalin için şu hükmü verecekti: “O günlerde ne düşündüğünü hiç bilmiyorum. Çünkü ne tavsiyesine ne de yardımına ihtiyaç duydum. Silik biriydi.”

Lenin de barıştıramadı

Ne zaman ki Kızıllarla Beyazlar arasında iç savaş patlak verip Milletlerden Sorumlu Halk Komiseri Stalin, Askeri Devrim Komitesi Güney Cephesi’nin bir üyesi olarak sahneye çıktı işte o zaman icraatıyla Troçki’nin dikkatini çekmeye başladı. Özellikle de kendisini aşıp kimi zaman emirlerinin hilafına doğrudan Lenin’i muhatap almasıyla… O derece ki Lenin, Troçki’ye gönderdiği bir telgrafta, “Stalin’e benim ağzımdan de ki bundan böyle benimle tüm askeri yazışmalarına seni de dahil etsin” diyecekti.

Dahası Troçki, Stalin’in ADK’yı takmayan, gaddar ve keyfi askeri hamlelerinden rahatsızdı. Lenin nezdinde Stalin’in askeri yetkisinin kaldırılması için defalarca girişimde bulundu. Ekim 1918’deki bir mektubunda şöyle sesleniyordu Lenin’e: “Kategorik olarak Stalin’in görevden alınmasından yanayım.”

Buna karşılık Lenin farklı meziyetlerini önemsediği ikilinin arasını bulmaya çalışıyordu. Cevabi mektuplarıdan birinde Troçki’ye şöyle diyordu: “Kanaatimce Stalin’le omuz omuza çalışmanız şart.” Ancak boşunaydı çabası. İç savaş boyunca Stalin Troçki’yi kale almamakta diretti. Troçki de her fırsatta Stalin’i eleştirmekten geri durmadı.

Devrimin dibe vurduğu, sosyalizmin topun ağzına geldiği ve Soyvet Cumhuriyeti’nin devasa bir askeri kampı andırdığı Eylül 1918’de kurulan Devrimci Savaş Konseyi’nin başına getirilen Troçki, ‘Beyazlar’ bozguna uğratılınca ‘İkinci Adam’ konumunu perçinlemişti artık. Devrim yükseliş dönemindeydi. Devrimle birlikte Troçki de yükseliyordu ve Lenin’in tabii halefi gözüyle bakılıyordu kendisine. Ocak 1922 tarihli Pravda, “Lenin devrimin beyniyse Troçki de çelikten iradesidir” diye yazıyordu. Ne kastedildiği gayet açıktı.

Ne var ki iç savaş sona erip rejim hayatın gerçekleriyle baş başa kalınca zor günler de başladı. Harap olmuş bir ülkeyi yeniden ayağa kaldırmanın ağırlığı çökmüştü rejimin üstüne. Hal böyle olunca Bolşevik liderlik içindeki görüş ayrılıkları da suyüzüne çıkmaya başladı.

Politbüro’daki çember

Troçki Politbüro’ya yönelik konuşma, mektup ve bildirilerinde Parti bürokrasisine alabildiğine yükleniyordu. Mevcut yapı ve zihniyetle, toplumsal ve ekonomik sorunların çözülemeyeceğini, Parti rejiminin bir an önce demokratikleşmesi gerektiğini dile getiriyordu açıkça. Bu çıkışlar, Stalin ve diğerlerince Troçki’nin, hastalığı iyice ağırlaşan Lenin’in koltuğuna göz koyduğuna yoruluyor, sansürlenerek Parti tabanına yayılması engelleniyordu. Bir keresinde Troçki yine ağır bir eleştiride bulununca Politbüro’nun Stalin’ci ağır toplarından Zinovyev kendini tutamadı: “Bir çembere alındığını görmüyor musun? Numaraların sökmüyor artık. Artık azınlıktasın. Tek kişilik bir azınlık.” Hakikaten de hemen herkes Zinovyev’e arka çıktı.

Devrim tarihi alelacele yeniden yazılmaya başlamıştı bile. Komünist Parti’nin Askeri Devrim Merkezi (ADM) öne çıkarıldı. Başında Troçki’nin bulunduğu Askeri Devrim Komitesi’nin (ADK) bir organı olarak kurulmuştu ADM. Doğru dürüst bir işlevi yoktu aslında. Ama üyelerinden biri Stalin’di. Ve Stalin ADM’yi parti içindeki yükselişine dayanak yapmıştı.

Komünist Parti’in ipleri Politbüro’nun elindeydi. Politbüro’nun ipleri ise Stalin’in. Özellikle kadim dostları Grigori Zinovyev ve Lev Kamenev’in desteği Stalin’i mutlak hakim kılıyordu. Partide bu ‘Üçlü’nün borusu ötüyordu. Tarihçi Volkogonof’a göre Stalin, Troçki’nin devrimci dalgayla birlikte yükseldiğini, dalga yatışınca zayıflığının ortaya çıktığını söylerken hiç de haksız sayılmazdı.

Stalin’in ayak oyunları

Lenin her ne kadar ölüm döşeğinde bulunsa da iyileşip işinin başına dönme olasılığı da yok değildi. Bu, Troçki’nin eline güçlendirecek, halefliğini resmileştirecek bir süreci başalatabilirdi. Stalin ayak oyunlarına başlamakta gecikmedi. Önce Lenin ve Troçki’nin onursal başkanlığını bir kenara itip Politbüro seçimlerini yapıverdi. Ardından Lenin’den sonraki tüm üyelerin alfabetik sıraya koydurarak Troçki’nin kağıt üstündeki ‘ikinci adam’lığını ortadan kaldırdı. Parti gazeteleri, Troçki’den söz ederken ‘Kızılordu Komutanı’ sıfatını kullanmamaya başladı. Parti kadroları Troçkicilerden arındırılıp ‘çember’e yakın isimlerle doldurulmaya başladı.

Troçki’nin bitmez tükenmez eleştiri ve suçlamaları Stalin’in sabrını taşırdığında Lenin son nefesini vermek üzereydi. 13’üncü Parti Konferansı’nda Troçki ve destekçilerinin pozisyonu fiili liderlikçe ‘Bolşevizmin Menşevik revizyonu’ olarak yaftalandı.

Stalin ve Troçki ilk kez tam da o günlerde Merkez Komite ve Merkezi Denetim Komisyonu’nun ortak genişletilmiş toplantısında yüz yüze geldi. Stalin agresif bir dille ‘bölücülük güden’ Troçki’nin kınanmasını istedi. Çoğunluk Stalin’den yanaydı. Her ne kadar kınama yerine uyarı aldıysa da Troçki o toplantıda ‘çember’in iyice daraldığını gözlemledi.

Troçki’nin zaafı

Volgokonof’un döneme ilişkin analizi çarpıcıdır: “Troçki Bolşevik sistemin kurucularından biriydi ama sistemi reformdan geçirmeye yönelik hiçbir çabanın sonuç vermeyeceğini anlamıyordu. Zira, tek parti egemenliğine dayalı Leninizm reforma temelden kapalıydı (…) Bürokratikleşme tehlikesinin farkındaydı ama tek parti sistemiyle hiçbir bağ kurmuyordu. Zihni, Parti’nin belirleyici rolüne ilişkin en vahim Marksist dogmaların kıskacındaydı çünkü (…) Parti’nin ‘demokratik bir merkeziyetçilik’le yönetilmesini sorgulamıyordu. Ona göre sorun, özellikle Stalin Genel Sekreter koltuğuna oturduğundan bu yan apparat’a, yani Parti bürokrasisine haddinden fazla yetki tanınmasıydı.”

Lenin’in 1924’te ölümü, Troçki-Stalin mücadelesini belirleyici biçimde etkiledi. Stalin ne yapıp edip bir ‘tarih oyunu’yla o günlerde Tiflis’te bulunan Troçki’nin cenaze törenine katılmasını engelledi. Hamisinden yoksun ve iyice savunmasız kaldığı yetmezmiş gibi o kederli günlerde ortalıkta görünmemesi de Troçki’nin imajını fena halde zedeledi. Lenin’in anısına saygısızlıkla suçlandı. Halk ve Parti nezdindeki itibarı dibe vurdu. Giderek marjinal bir muhalif kimliğine bürünüyordu. Bir ‘kast’ halini alan Parti kadrolarından uzak durduğu için aynı zamanda asosyalleşiyordu.

Stalin açısından ise Lenin’in ölmesi elinin kolunun iyice serbest kalması demekti. Çekineceği kimse kalmamıştı. Her şeyi alenen yürütebilirdi. Stalin hücümda, Troçki müdafaadaydı artık.

Darbeler peş peşe indi. Ocak 1925’te Troçki, Askeri İşlerden Sorumlu Halk Komiseri ve ADK Başkanı görevlerinden alındı. Böylelikle Kızılordu’yla bağı koparılıyordu Troçki’nin.

‘Devrimin mezar kazıcısı’

Stalin’in duracağı yoktu. Troçki’nin de pes etmeye niyeti. Nitekim bir Politbüro toplantısında muhalefetin nedamet getirmesini isteyen Stalin’e şu tarihi laf ediyordu Troçki: “Birinci Sekrter, devrimin mezar kazıcılığına soyunuyor.” Kan beynine sıçradı Stalin’in, beti benzi attı, Politbüro üyelerini şöyle bir süzdükten sonra hışımla koltuğundan kalkıp kapıyı çarparak odayı salondan çıktı. Tarihe geçen o sözler, Troçki’nin kaderini belirleyecekti. Nitekim Ekim 1926’da ikinci darbe geldi: Troçki Politbüro’dan çıkarıldı.

Nedense Stalinci kumpası görmesi epey uzun sürdü Troçki’nin. Haziran 1927’de şu çıkışı yaptı Politbüro üyelerine: “1924’ten beri yedi kişilik bir hizip var burada. Yani ben hariç herkes. Bu ‘yedili’ illegaldir ve Parti karşıtıdır. Arkadan iş çevirmektedir. Toplantılarının amacı bana yüklenmek. Bir kuralı var bu hizibin: Kendi içinde polemiğe girmemek, Troçki’yle ise her fırsatta polemiğe girmek. Ne Parti farkındaydı bu kumpasın ne de ben…” (Yıllar sonra kendileri de Stalin’in hışmını uğrayınca Kamenev ve Zinovyev, zamanında Troçki’ye karşı kumpas kurulduğunu itiraf edecektir)

Liderlik kavgası

Tam da Lenin’in korktuğu gibi Parti bölünme tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Stalin öncülüğündeki merkezcilerle Troçki’nin başını çektiği sol kanat karşılıklı saf tutmuştu. Parti ve bürokrasi tek tek Troçkistlerden ayıklanıyordu. Aziller, tutuklamalar, sürgünler birbirini izliyordu. Troçki’nin ifadesiyle bir tarafta ‘devrimin yerleşikleri’ vardı, diğer yanda ‘göçebeleri.’ Bir liderlik kavgasıydı bu aslında. Ya Stalin, Troçki’yi tasfiye edecekti ya da Troçki Stalin’i. Gerek Troçki gerek Stalin, Lenin’in varisliğine oynuyordu. Ama avantaj Stalin’deydi. Her şeyden önce Politbüro’da güç dengesi bariz biçimde Stalin’den yanaydı. Troçki entelektüel seviyesine, halkın zihnindeki yerine ve popülaritesine fazla güvenmişti. Bunların hiçbiri Parti bürokrasinin karşısında Troçki’yi ayakta tutmaya yetmeyecekti.

Üçüncü darbe Eylül 1927’de Komünist Enternasyonel’den geldi. Stalin her şeyi ayarlamıştı. İcra Komitesi’yle toplantı öncesi bir araya gelip gerekli talimatları verdi. Troçki ile Stalin ve diğerleri arasında hararetli atışmaların yaşandığı, ihanet, komplo, iftira gibi suçlamaların havada uçuştuğu ‘duruşma’ sonucunda hüküm verildi: Troçki’nin ihracına…

Son görüşme

Yaklaşık bir ay sonra Merkez Komite toplantısına çağrıldığında başına geleceği kestirebiliyordu Troçki. Daha konuşmasına başlamadan yuhalamalar, bağırıp çağırmalar ve hakaretler yağmaya başladı kürsüye. Stalin’in Troçki’yi yerden yere vuran konuşması ise dakikalarca ayakta alkışlandı. Oylamanın sonucu başta belliydi zaten. Troçki artık Merkez Komite’nin de üyesi değildi. Stalin ve Troçki birbirini bir daha görmeyecekti.

Troçki pes etmedi, bir ‘gerilla mücadelesi’ne soyundu Stalin’e karşı Parti içinde. İdeolojik ve siyasi bir mücadeleydi bu. Ama Stalin’in ‘düzenli ordu’su öylesine disiplinli ve örgütlü hareket ediyordu ki hiçbir şansı yoktu Troçkist gerillaların. Volkogonof, “Bu sadece görünüşte bir düelloydu. Stalin siyasi çekişmelerde düellodan ziyade cinayeti tercih ederdi” diye yazıyor.

Tüm bu süreç boyunca Stalin, Troçki’yi ‘bölücü’ olarak yaftalatmayı başarmıştı. Bu bilinçli bir çabaydı. Çünkü Lenin’in şu sözleri tüm Parti’nin ezberindeydi: “Partimiz için bölücüler Beyaz generallerden daha tehlikelidir.” Troçki ‘bölücü’yse Stalin de birleştirici kimliğine bürünüyordu ister istemez.

Partililer gözünde bozguncu, karşıdevrimci, halk düşmanıydı artık Troçki. Ve nihai darbe 14 Kasım 1927’de indirildi. Stalin’in talimatı üzerine Merkez Denetim Komisyonu, dava arkadaşlarıyla beraber Troçki’yi Parti’den ihraç etti. Böylelikle Stalin Troçki’nin Parti’yle son bağını da koparıyordu. Troçki bir yıl içinde tüm siyasi mevzilerini bir bir kaybetmişti.

Devrim yok sosyalizm var

Çok geçmeden Troçki’nin ‘Sürekli Devrim’ teorisinin de pabucu dama atıldı. Stalin’in ‘Tek Ülkede Sosyalizm’i kanıksandı. ‘Sürekli Devrim’ Bolşevik ihtilalinin Avrupa başta olmak üzere tüm dünyaya yayılmasını öngörüyordu. İhtilalin bekası da bunu gerektiriyordu. Troçki, bir sonraki Comintern konferansını Berlin’de, Paris’te, hatta Londra’da düzenlemenin hayalini kuruyordu. ‘Tek Ülkede Sosyalizm’in hedefi ise önce ve öncelikli olarak Rusya’ydı. Devrimin kök salması, emperyalizm karşısında dik durabilmesi için hızlı ve kapsamlı bir sanayileşme hamlesi lazımdı. ‘Devrim ihracı’yla vakit ve enerji kaybedilmemeliydi.

Amok koşusu

Ordusuz bir generali andırıyordu artık Troçki. Ama Stalin açısından hala bir tehditti. İlk akla gelen hal çaresi sürgündü. Çok geçmeden karar verildi: Alma Ata, Kazakistan. 17 Ocak 1928’de Troçki bir ‘veda nutku’na mahal vermemek için evinden yaka paça alınıp palas pandıras trene bindirildi.

Isaac Deutscher’in ifadesiyle ‘Silahsız Peygamber’in Amok koşusu başlamıştı. Sürgündeydi ama kalemi durmuyordu. Muhalefetten yana umudunu yitirmemişti. Alma Ata ile Moskova arasındaki yazışma trafiği her geçen gün yoğunlaşıyordu. Stalin’in her bir mektuptan haberi vardı tabii ki. Sabrının taşması uzun sürmedi. Bir Politbüro toplantısında cekmecesinden çıkardığı mektuplardan bazı satırlar okuduktan sonra, “Bu soysuz, Merkez Komite ve Parti’den kovuldu ama hala dersini almamış. Ne yani, o terör estirmeye, isyan çıkartmaya çalışırken biz burda oturup öylece seyredecek değiliz hernalde” dedi. Ve sonra da kararını açıkladı: “Ülke dışına sürülsün.”

Çok geçmeden Troçki’yi ultimatom verildi. Ya siyasi faaliyetlerine son verecek ya da tamamen tecrit edilecekti. Troçki devrime bağlılığını gerekçe göstererek ultimatomu reddetti. Olsa olsa Sibirya’ya sürüleceğini düşünüyordu ama Stalin’in aklında başka bir yer vardı.

Ve İstanbul…

Alma Ata’dan yine apar topar ve bu kez istikameti meçhul bir trene bindirildiğinde sürgün hayatının birinci yılı geride kalmıştı Troçki’nin. Sürgünün ikinci durağını yolda, 7 Şubat 1929 günü öğrendi: İstanbul.

Stalin, Troçki’yi siyaseten tasfiye etmiş, ideolojik olarak marjinalleştirmiş ve nihayet gözden ırak etmişti. Yine de peşini bırakmıyordu. Büyükada’ya yerleşen Troçki göz hapsindeydi. Attığı her adımdan haberdar edilmek istiyordu Stalin. Bir yandan da Troçki’yi devrim tarihinden silme girişimlerini sürdürüyordu. 20 Şubat 1932’de Sovyet vatandaşlığından çıkarıldı Troçki. Meşhur 1934 Moskova Duruşmaları’ndayse sahte ifadeler ve zoraki tanıklıklarla ‘vatan haini’ ilan edildi. Stalin moral açıdan da çökertmek niyetindeydi Troçki’yi.

Büyükada’da geçirdiği dört yılın ardından Troçki, sırtında Stalin’in yapıştırdığı ’emperyalizin ajanı’ yaftasıyla Fransa ve Norveç’te de tutunamayınca Meksika’ya sığındı. Kendini tamamen yazıya vermişti. Bıkıp usanmadan Stalin’in önderliğinde Sovyet tarihinin bir yalana dönüştürüldüğünü, devrimin yolundan saptırıldığını kaleme alıyordu.

Nihai çözüm

Stalin’in ‘kabusu’ndan kurtulabilmek için yapabileceği tek şey kalmıştı artık: Trçoki’yi öldürtmek. Herkesin bildiği bir sırdı bu aslında. İş öyle bir noktaya geldi ki Coyoacan’daki evini ziyaret eden hemen herkes Troçki’yi son kez gördüğünü düşünmeden edemiyordu.

Mayıs 1940’ta gerçekleştirilen ilk suikast eylemi başarısızdı. Stalin’in ikinci bir fiyaskoya tahammülü yoktu… Cellat olarak seçilip ince bir planla mürit kisvesi altında Troçki’nin yakın çevresine dahil edilen Ramon Mercader ölümcül darbeyi indirdiğinde tarih 20 Ağustos 1940’tı. Stalin nihayet muradına ermişti…

About Erdal Güven

Journalist
Bu yazı Tarih içinde yayınlandı ve , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Yorum bırakın